Skip to content

Gezegeni Kurtarmak: Bir “Sürdürülebilirlik” Meselesi

Gezegeni Kurtarmak: Bir “Sürdürülebilirlik” Meselesi

Yazı Dizisi Bölüm 1

Günümüz dünyasındaki ana sorunlar, doğanın çalışma şekli ile insanların düşünme ve yaşama şekli arasındaki farklılığın sonuçlarıdır. Dünyamız ya da Carl Sagan’ın deyişiyle sonsuz galaksideki soluk mavi nokta olan gezegenimizde yaşayan 8 milyon insandan biriyiz sadece. Her birimizin rolü, ne kadar tüketim yaptığımız ve canlı dünya ile insanlık arasında daha iyi bir dengeyi nasıl kuracağımız konusunda kafa yormak için bir neden teşkil ediyor.

İnsanlık doğa ile olan ilişkisinde çizgiyi çoktan aşsa da yine de her birimiz adil, sürdürülebilir ve sağlıklı bir çevrede yaşamayı hak ediyoruz. Yaşayan her bir insanın, içinde yer aldığımız her bir toplumsal mekanizmanın kolektif katkısıyla gezegeni kurtarmak ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak mümkün.

Tüketim çağı: Antroposen Çağ

Bugün içinde yaşadığımız çağ “Antroposen Çağ” olarak adlandırılıyor. İnsan yapımı nesnelerin ağırlığının dünyadaki tüm canlıların ağırlığını aştığı İnsan Çağı adı verilen ve 1900’lerden bugüne süregelen çağ. İnsanoğlunun tüketimi üzerine adlandırılmış tek çağ.

Yeryüzündeki her insan başına, her hafta kendi vücut ağırlığı kadar nesne üretiliyor. Mevcut gidişat aynı şekilde devam ederse 2040 yılında insan yapımı nesnelerin ağırlığı 1,1 teratondan yaklaşık 3 teratona yükselmiş olacak. Bu ise insanların yılda 30 gigaton (30 milyar ton) madde ürettiği anlamına geliyor. Bu maddeler üretilirken kullanılan doğal kaynakları ise henüz gezegenimize iade etme şansımız yok.

Bu yüzden “üret-tüket-at” şeklindeki doğrusal ekonomi modellerinden; “geri dönüştür-tekrar kullan-ileri dönüştür-enerji üret” prensibiyle çalışan yenilenebilir enerji kaynaklarının da sisteme dahil edildiği döngüsel ekonomi modellerine geçilmesi en acil ve temel ihtiyaçlardan. Günümüzde sürdürülebilir olmayan bir şekilde kaynak ve enerji tüketip, atık üretiyoruz bu da Limit Aşımına sebep oluyor.

Doyumsuz ve Uyumsuz İnsan

Yarım yüzyılı aşkın süredir gezegenimizin bize sunduğu limitleri her geçen yıl aşıyoruz. 2023 yılında dünyamızın bize sunduğu 1 yıllık doğal kaynakları, 2 Ağustos itibariyle tükettik. Diğer bir deyişle bu yıl Dünya Limit Aşım Günü, 2 Ağustos gününe denk geliyor.

Global Footprint Network’un hesaplarına göre, tüm ülkeler, dünyanın kaynaklarını Türkiye gibi tüketseydi 2,1 dünyaya ihtiyacımız olacaktı. Bu sayı ABD için 5,1 dünya olarak hesaplanırken Çin için 2,4, Hindistan için ise 0,8 olarak hesaplanıyor.

  • Küresel olarak ise İnsanlığın doğadan talep ettiği kaynakları yenilemek için 75 dünyalık biyolojik kapasiteye ihtiyaç var.
  • Gezegenimizdeki içilebilir su kaynağı %1’ den az.
  • Nature dergisinde yayımlanan araştırma, Antroposen çağının izlerinin tortularda ve kayalardaki izlerinin milyonlarca yıl sonrasında bile görüleceği ifade ediliyor. Ayak izimizin %60’ı karbon emisyonlarından kaynaklanıyor. 
  • Kontrolden çıkan iklim krizini durdurmak için karbon emisyonlarımızın 2050’den önce sıfırlanması gerekiyor. 
  • Dünyada 3 milyar insan, tükettiğinden daha az gıda üreten ülkelerde yaşıyor.
  • Dünya nüfusunun %72’si biyolojik kapasite açığı olan (ürettiği doğal kaynaktan daha fazlasını tüketen) bir ülkede yaşıyor. 
  • Yarım yüzyıldır süregelen limit aşımı sonunda, yıllık açıklarımız toplandığında, gezegenimize 19 yıllık ekolojik kaynak borçlandık. Bu aşırı borçlanmanın en belirgin sonuçları, bozulan ekosistemler, atmosferde biriken sera gazları ve etkisini her geçen gün daha fazla hissettiren iklim krizi olarak karşımıza çıkıyor. 
  • WWF’ ye göre Limit Aşım Günü’nü her yıl altı gün geciktirebilirsek ancak 2050 yılına kadar tek bir gezegenin kaynaklarının yeterli olabileceği noktaya gelebiliriz.
  • IPCC’nin (Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli) küresel ısınmayı 1,5ºC ile sınırlamaya yönelik senaryosunu tutturmak için ise, limit aşım tarihini, her yıl 10 gün ileri kaydırmamız yeterli.

İklim değişikliği DEĞİL İklim krizi

Limit aşımı sebebiyle meydana gelen olumsuz etkilerin temelini İklim Değişikliği olarak adlandırabiliriz. Ancak bazen kelimelerin aklımızda yarattığı etkiyi pozitivize etmek için kelime oyunları yapıldığını düşünürsek İklim Değişikliği terimi ile sanki mevsim geçişlerini tanımlıyormuşuz gibi geliyor bana. Bu sebeple ben mevcut durumu iklim değişikliği değil İKLİM KRİZİ olarak tanımlamak isterim. Çünkü İklim Değişikliği çok “soft” bir kelime olur meydana gelecek etkilerin tanımlanması için.

Peki bir önceki bölümde bahsettiğimiz gezegenimizin ortalama yüzey sıcaklığındaki artış 1,5°C’nin altında kalmazsa İklim Krizi bizi nasıl geri dönülemez sonuçlarla karşı karşıya getirecek:

*Kitlesel göç

*Yaygın açlık

*Küresel ısınma 

*Aşırı kuraklık

*Biyolojik çeşitlilik kaybı

*Daha sık görülen aşırı hava olayları

*Gıda krizi

*Daha fazla orman yangını

*Fiziksel ve mental sağlık etkileri

*Altyapı ve yerleşim yerlerinin yıkımı

*Aşırı kuraklık ve iklim olayları sebepli ölümler

*Böcek salgınları, daha önce karşılaşılmamış bakteri ve virüsler

*Deniz seviyesinde yükselme ve seller

*Temiz suya erişim kısıtı

*Doğal kaynaklar üzerinde artan çatışma 

Sürdürülebilirlik

Çizilen tablo felaketler senaryosu gibi gözükse de özellikle son birkaç yıldır ülkemizde yaşanan İklim Krizi kaynaklı olayları düşünün: Marmara Denizi’ nde müsilaj, Karadeniz’ de sel felaketleri, mevsimsiz ve coğrafyaya ters şekilde gelişen iklim olayları, nesli tükenen türler, denizlerimizdeki plastik kirliliği, haftalarca süren orman yangınları…

İnsanlık uzun yıllar boyunca doğanın kendi hizmetinde olduğunu düşünerek hızlı, kolay, kârlı olan her şey için doğayı arka plana atmaktan geri durmadı. Ancak geldiğimiz noktada edinmiş olduğumuz acı tecrübe, doğanın sağlığı ve geleceği ile insan sağlığı ve geleceğinin aynı yönde olduğunu gösterdi. Artık hepimiz çok iyi biliyoruz ki, içinde bulunduğumuz ekosistemdeki tüm canlıların varlığını devam ettirebilmesi diğer bir deyişle sürdürebilmesi için, sürdürülebilirliği benimsemesi gerekiyor. İşte sürdürülebilirliğin önemi de tam olarak bu noktada karşımıza çıkıyor.

Peki nedir sürdürülebilirlik? “Sürdürülebilirlik, içinde bulunduğumuz zamanın ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını, ekosistem üzerinde olumsuz etki yaratmaksızın ve gelecek nesillerin olanaklarına zarar vermeden karşılamak olarak tanımlanmaktadır.” şeklinde en genel haliyle bir tanım yapsak da farklı kaynaklarda pek çok tanıma rastlayabiliriz. [1]

Bu kavram sesini en çok BM zirvesinde duydurdu. İnsanların ve gezegenimizin karşı karşıya kaldığı temel sorunların çözülmesini sağlamak için Birleşmiş Milletler (BM) Dünyayı daha güzel, yaşanası bir yer haline getirmek amacıyla Eylül 2015’te gerçekleştirilen BM Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’nde üye ülkelere evrensel bir eylem çağrısında bulundu. Bu çağrıda Dünya Liderleri 2030’a kadar 3 önemli işi (Aşırı yoksulluğu sona erdirmek. Eşitsizlik ve adaletsizlik ile mücadele. İklim değişikliğini düzeltme.[1])başarmak için 17 Küresel Amaç üzerinde uzlaştı. Bu amaçlara Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları dendi. 

Bu hedeflere ulaşmak gezegenimizin geleceği ve tüm canlılar için çok önemli. Genç, yaşlı, çocuk, erişkin herkesin bu hedeflere ulaşmak için üzerine düşeni yapması, birer dünya vatandaşı olarak sorumluluklarımız arasında. İklim değişikliğinin etkilerini hisseden ilk, ancak aynı zamanda da bu konuda bir şeyler yapabilecek son nesiliz. Gezegen üzerinde antroposen çağın izlerini silmek ve geride daha güzel daha temiz ayak izleri bırakmak bizim elimizde.

Dünyayı ben mi kurtaracağım diyenler yerine “Dünyayı kurtarmak için nerden başlamalıyım” diyenler için Blog yazılarımızı takipte kalın.

[1]Blog serimizde Sürdürülebilirlik Kavramı da ayrıca bir başlık olarak ele alınacak.

[1] https://www.kureselamaclar.org/